Ne çok yol vardı önümüzde
Ne çok ömrümüz vardı.
Sanki bitmeyecekti hiçbir şey .Umut yitirmek için ağlamamıştık.. Henüz. yanaklarımızdan sızan damlanın serinliğini hissetmiyordu tenimiz. Bir çocuk saflığındaki yüreğimizden eser yoktu.
Herşeye yürümekle ulaşılabilirdi. Yürüdük, bizim olan her şeyi bırakıp.
Bu bir düş idiyse, bitmeliydi artık. Oyunsa, çıkmak istiyorduk, mızıkçı denmesi pahasına.
Umut dolu bakmak istiyorduk hayata.. Hedeflerimiz vardı, ideallerimiz. Doktor olmak istiyorduk biz. Karadeniz'in bir kasabasında, köyünde, etrafı dağlarla çevrili, yemyeşil düzlüklerinin eteklerindeki küçük bir sağlık ocağına pek uzakta olmayan evimizden ayaklarımızın tatlı çamurlanışına bakarak heyecanla gidecektik.. Hava kapalı olacaktı. Şöyle bir durup düşünecektik; okul hayatımızı, derslerimizi, arkadaşlarımızı. İlk Anatomi dersini düşünecektik. Bir sürü Latince kemik ismini. Scapula'yı hatırlayacaktık. "Çocuklar, burası protuberentia occipitalis externa. Antropolojik olarak inion noktasına tekabül eder." denilişi kulaklarımızda yankılanacak, garip bir tebessüm okunacaktı yüzümüzden. Kendi şivesiyle hızlı hızlı konuşan sevimli Karadeniz yayla insanının taklidini yapacak, bu bizim günlük şakalaşmalarımızdan olacaktı.
Şimdi "vapur dumanı mı kaçtı ?" denilecek gözlerimizin ıslaklığında bir hayıflanma, bir eziklik var. Dışlandık sanki. Mağduriyetimizi bile haykıracak gücümüz kalmadı. Gündelik kelimelerimiz arasında geçecek kadar kabalaşan ölümün ayrı bir anlamı var bizim için. Sessizlik çöktü bu ülkenin üzerine. Çıt yok! Sabahın ilk saatleri gibi. Uyandık. Ama takvim, yaprağı koparmayı unuttuğumuz dünkü günü gösteriyordu sadece...
Cerrahpaşa`dan Selma


İhanetin kucağında asaleti anlatanlar
Onlar özgür üniversitenin demokratik hocalarıydı. Onlar için insanların görünüşlerinin hiçbir önemi yoktu. Onların çalışma alanı sadece insan beyniydi. Çünkü onlar yüzyılımızın parlak bilim adamlarıydılar. Bu ifadeler az gelir; onlar birer dehaydı.
Onlar demokratik, laik, insan haklarına saygılı, özgür Türkiye'nin şerefli parlementerleriydiler. Az zamanda çok iş başarırlardı. On yılda on milyon genç yaratmakta(!) ustaydılar. Demokrasi ile iş başına gelmişlerdi ama insanlara gereğinden fazla özgürlük vermişlerdi ve bu büyük sorunu(!) halletmeliydiler.. Onların ülkesindeki bacılarının başörtüsüne kim karışabilirdi? Ama üniversiteler bu ülkenin değil miydi acaba? Yoksa üniversitelilerin başörtüsü çağdaş kafalarına sığmıyor muydu?
Neyse onlar yine de sorumluluklarını bilen, halkını seven, dürüst politikacılardı. Politikacı; adı üstünde çok yüzlü olmalıydı.
Dün sonuncu disiplin soruşturmamı geçirdim. Devamlı sordular; ekleyeceğiniz bir şey var mı diye. Aslında sormak istedikleri şu idi; başörtümüzü çıkarmamaktaki ısrarımız hala devam ediyor muydu? İlk günlerde daha açık tehdit etmişlerdi. Açarsanız ya da peruk takarsanız hiçbir şey olmayacak diyorlardı. Aksi takdirde okuldan atacaklarını söylediler. Bizi sürekli bununla tehdit ettiler. İkna metodları buydu. Şimdi Cerrahpaşa benim için canlı cenazelerin dolaştığı bir hayalet şehir. Oraya uğradığımda ürperiyorum. Gözyaşlarımı zor tutuyorum. Yeniden sevebilir miyim, bilemiyorum...

Cerrahpaşa`dan Burçin


Aylardır uzağım ondan... Çoçukluğumdan beri hayalini kurduğumdan... Ve tam gerçekleşmişken hayallerim..4 yıl sonra uzun bir ayrılık...
Artık okuluma gitmek istiyorum. Ama bu sefer hiçbir hocamdan "dışarı çık!" sözünü duymadan. Yeter artık kalbimin gümgümlerini dinlediğim. Her zamanki sırama oturmak, gözlerimi çekinmeden hocamın gözlerine dikerek ders dinlemek, ilk birkaç sayfasını kullandığım defterlerimi tamamlamak istiyorum. Hocalarımla ilmi konuları tartışmak istiyorum. Ne anayasa, yönetmelik, ne insan hakları, inanç özgürlüğü, eğitim hakkı.Beyaz önlüğümü protesto meydanları için değil Cerrahide, Ortopedide, Ürolojide giymek, arkadaşlarımla hasta muayenesine katılmak istiyorum.
Yeter her sabah "bu gün neler olacak" korkusuyla evden çıktığım..her yoklamada kalp sektesinden gitme noktasına geldiğim.
Yeter artık görmezlikten gelindiğim. Ben varım, buradayım, burada olacağım
Yine kapının önündeyim...Ben pratiklerimi orada tamamladım. Öyle kabalaşan,bağıran,çağıran hoca, öğrencileriyle nasıl hoş sohbet, duysanız inanmazsınız. Çaylar geliyor her sabah 7 tane. Ben dışarıdayım. Kapının tam önünde. Hücum eden gözyaşlarıma bu kaçıncı engel oluşum..
Yaşadığım sürece unutmayacağım korkarım. Hatırladıkça nefretim artacak, daha bir öfkeyle bakacağım onlara. Bana hayatı zehir eden insanlara. Beni bu hale getiren, duygu dünyamı altüst eden ve bu yaşta hayata gözlerimi çevirdiğimde tek gördüğümün kopkoyu bir karanlık olmasına neden olanlara çok şey borçluyum (!) Çok yanılmışım.. İnsanları böyle bilmezdim ben. Geç farkettim, insanların bir ikinci yüzü daha olduğunu.
Sanıyorlar ki okuldan atma cezasıyla tehdit etmekle, başımı açacağım, gidip onlara yalvaracağım, "Ne olur beni affedin de tek, ben başımı açar, bundan sonra kılık-kıyafetime dikkat ederim."
Okul tamamen başkalaştı gözümde, tıpkı insanlar gibi. Dipsiz bir kaçış insanlardan, okuldan soğukluğum bir başka yüzü.
Her şeye elveda demeye başlar gibiyim. Cerrahpaşa, İstanbul, umutlarım, yarınlarım, her şey soğuk birer hayalden ibaret gözümde. Sonu yok biliyorum. Eninde sonunda atacaklar. Şimdi olmasa da en fazla bir soruşturmalık daha ömrüm var. En katı beni bulmuş bay soruşturmacı.
Sevgi dolu bir yüreğim vardı daha 5 ay önce, güven dolu...Tüm insanlardan nefretim ve yılmışlığım sonsuz bugün...

Cerrahpaşa`dan Nilüfer.


Okulum yabancı gibi bakıyor bana; oraya ait olmadığımı söyler gibi. Oysa dün, buralara en çok sahip olması gereken kişiydim. Her metrekaresini bilmem kaç kere gidip geldiğim hastane koridorları artık sahiplenmeyecek miydi beni? Nöbet geceleri kendimi ilaç kokan rüzgarına bıraktığım, banklarında saatlerce oturup geleceğe dair hayaller kurduğum bahçem almayacak mıydı beni koynuna? Asistan ve hocalarımla saatlerce süren hasta kurtarma çabalarımız, tansiyon ölçmek, EKG çekmek için yarıştığım arkadaşlarım, I.V. yol açmak için hastaya yaklaşırken duyduğum kalp atışlarım, elimin ayağıma dolaşması olmayacak mıydı hayatımda...
İlk beyaz önlüğü giydiğim gün ki heyecanımla okudum bunca sene ve her akşam babamın benim hakkındaki hayallerini dinleyerek şevklendim. Hipokrat yeminini ederken babamın gözlerindeki gururla karışık sevinç gözyaşlarını görmek için, annemin hayır duasını almak için çabaladım .Acil kapılarında doktorsuzluktan ölen hastaları gördükçe daha çok çalıştım, daha çok dua ettim. Rabbime beni yolundan ayırmaması, rızasına layık bir kul olarak insanlara hizmet edebilmemi nasip etmesi için.
Ama birden bire 'artık sen burada okuyamazsın, yasak 'dendi ve kapılar yüzüme hoyratça kapandı, hiç düşünmeden. Sabahın ilk ışıklarıyla gittiğim okuluma beni içeri almamak için polisle doldurdular. Aynı amaç için bu sıraları paylaştığım arkadaşlarım biz polis zoruyla çıkartılırken çaresiz kaldılar, dün en çok bize soru soran ve derslerdeki başarılarımızdan memnuniyet duyduklarını belirten hocalarımız kapıda bekleyen polisin yanında bizden özür dileyerek, mahcup olduklarını belirterek derse giremeyeceğimizi söylediler. Ancak bu mahcup bakışlar ve sözler karşısında yapabileceğim tek şey boğazıma düğümlenen bir yumruk ve yüreğimdeki buruklukla suçsuzluğumu haykırmaktı.

Çapa`dan Reyhan


Düşündüm herşeyi en başından, düşündüm ve yüreğimden bir acının kıvılcımlandığını, gözyaşlarımın hücum ettiğini hissettim. Bu zulme uğramadan önceki günlerimi düşündüm. Bu şehre ilk gelişimde hissettiklerimi...Fakültem vardı artık, geceleri masa başında sabahlayarak elde ettiğim fakültem vardI... doktor olup dışarıda, hastahane koridorlarında sıra bekleyen insanlarıma en güzel hizmeti sunacaktım. Doktor olacaktım, fakat yüzümde alışılmışın tersine hep "tebessüm" olacaktı, hastam beni görünce korku ve telaşla ceketine sarılıp düğmelerine iliklemeyecekti. Doktor olacaktım ve ülkeme, elimin ulaştığı her yere Rabbim'in rızası ışığında hizmet sunacaktım.
Ne güzel hayallerdi bunlar, beyaz önlüğü giymek ne güzel bir duyguydu. Mesleğimin temizliğini, kutsallığını bayraklaştırıyordu beyaz önlüğüm... birileri onun beyazlığından tedirginlik duyuyordu oysa. Hem de onu giyen, adına cerrah-rektör denen anlaşılmaz mahluklardı onu kirletmeye çalışan. "Başörtüsü takanların okumaya hakkı yoktur" diyerek kapkaranlık kişiliğinin yanısıra mesleğinin onurunu lekeliyordu. O bir Aydındı, etrafına karanlık ışıklar dağıtan bir aydın. Kendi fikrine körü körüne saplanıp kalmış, başka görüşe tahammül edemeyecek kadar yobaz, kendisi klinik bir vaka olan "Kapkara bir aydın"...işin acı tarafı bu toplumun yetiştirdiği bir insandı; fakat yine aynı toplumun yetiştirdiği işlenmeye hazır, ışıldayan binlerce cevheri gömmek istiyordu karanlıklara. Benim ve benim şahsımda nice insanın yeni filizlenen tertemiz umutlarını hoyratça koparmaya çalışıyordu. Ve bu fikrini bizlere "bölücülük" suçunu isnad ederek meşrulaştırmaya çalışıyordu. Oysa bizler bu yasak uygulanmadan önce sınıfla bütünleşmiştik.
Ve nihayet soruşturmalar... Artık başörtülü girdiğimiz tüm pratikler soruşturma ile sonuçlanıyordu. Bir suçlu gibi Sait Bekem Toplantı Salonu'na alınıyordunuz. Ve size başörtülü olduğunuz için hesap soruluyor, peşpeşe sorulan sorularla kıskaca alınıyorsunuz, hiçbirine cevap veremeden başınız sessizce öne eğiliyor, belki yanaklarınızdan birkaç damla yaş süzülüyor, "Annen başörtülü mü?" diye soruluyor. Evet, annem, Kurtuluş Savaşı'nda mermi taşıyan kadınlar, hepsi hepsi başörtülü..
Savunmanı yap diyorlar bana. Savunmamı yapmam için önce başörtüsünün suç unsuru teşkil ettiğine inanmalıyım. Yani annemi, NENE HATUNU, tarihimi, tarihimle birlikte kimliğimi yalanlamam gerek. O halde "Hayır!ben suçlu değilim. Savunma gereğini duymuyorum. Bana yönettiğiniz suçlamalar karşısında susmayı tercih ediyorum.
Bizler bu ülkenin köklü gerçeğiydik ve görmezlikten geliniyorduk. Pratik salonlarınla profesör ünvanlı insanlar tarafından hor görülüp bir suçlu gibi dersten çıkarılıyoruk. Ve çıkarılma gerekçemiz de "başörtüsünü taktıklarında dersin düzenini bozuyorlar" oluyordu.
Sınava gireceğimiz zaman anfinin dış kapısında robokoplar bekliyordu. Evet bir eğitim kurumunda öğretmenim ve benim aramda robokoplar vardı. Ve öğrenciliğimin bana verdiği en doğal hakkım, sınava girmem dış kapıdan bile giremeden engelleniyordu.
Biyofizik pratiğinden atıldığımızda bahçedeki banklara oturduk arkadaşımla, ona bankın ne kadar soğuk olduğunu söyledim. Onun cevabı ise " Bu insanların yüreği daha soğuk" oldu ve bana sarılıp doyasıya ağladı.
Artık Çapa Tıp Fakültesi'ne gitmek, o banklarda oturup baharla birlikte açan çiçekleri koklamak bana çok acı geliyordu. Evet, fakültenin adını duymak bile bazen gözlerimin dolmasına yetiyor. Artık pratik saatlerinde önlüğümü giyip derslik kapısından atılmayı beklemiyorum, biliyorum ki bu bana ağır gelir. Belki arkadaşım Kadriye gibi "başını açan arkadaşlarımın boynu büküklüğünü, Fizyoloji hocası Baria Öztaş'ın karşısındaki acizliklerini" görür ve hıçkıra hıçkıra ağlarım.

Çapa`dan Serpil


Bugün yine yapmam gerekeni yaptım, pratik salonunun önüne gittim. Ve yine içeriye alınmadım.
Üstüne üstlük hakaret işittim.
"Zor mu?" diyorlar, "zor mu bu kadar, aç ve gir"
Evet zor, bana örtünme emrini onlar mı verdiler ki aç deme hakkını kendilerinde buluyorlar.
Ya okulun, ya inancın diyorlar, "ya okulun, ya inancın" İnsanlar inanırken ve inandıklarını yaşarken birilerine mi soracaklar ?
Bu okulu bana hiç kimse hediye etmedi.
Alın terimle kazandım bu okulda okuma hakkını.
Ya aç ya vazgeç diyorlar, "ya aç ya vazgeç!"... Ben "Hayır!" diyorum;
Sırf birileri istiyor diye bu deveyi gütmeyeceğim. Çünkü bütün develeri yaratan bu deveyi gütmemi istemiyor. Ve öz diyarımdan da gitmeyeceğim!!..

Cerrahpaşa`dan Semra